Öyle Bir Geçer Zamanki dizisinin 16. bölümünün yukarda videoda da izleyebildiğimiz kesitinde, devrimci gençlerin 1968 yılında otobüsle Samsun'a geçip, ordan Ankara'ya kadar sürmesini planlayıp başlattıkları "Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü" işlendi. Ben de bunun üzerine, yakın tarihimizde yaşanan bu olayla ilgili biraz daha ayrıntı vermek istedim.
Yürüyüş 10 kasım 1968'de Anıtkabir'de bitmesi planlanarak 1 kasım 1968'de Samsun'dan başladı. Tarihten de çıkartılabilceği gibi, dönem efsane 68 kuşağının emekleme dönemleri. Yürüyüş, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının kurucusu oldukları DEV-GENÇ başta olmak üzere Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS), Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı (TMGT), ODTÜ, Hacettepe ve Ankara Üniversitesi üniversitelerinin öğrenci birlikleri gibi bir çok oluşumun katılımıyla gerçekleşti. Aşağıdaki resim, dönemin bir çok örgüt tarafından yürüyüşün duyurusu için duvarları süsleyen afişin bir resmi.

68 kuşağının en belirleyici özelliği anti-emperyalist duruşu ve eylemleriydi. Gençler, her fırsatta anti-emperyalist eylemler ve etkinlikler düzenliyor, halkta Türkiye'yi esir alma noktasına gelmiş emperyalizme karşı bir uyanış sağlamayı düşünüyorlardı. Bunun için de emperyalizmle savaşmış bir çok lider isim eylemlerin, afişlerin de simgesi odu. Önceleri Atatürk, daha sonraları sosyalist devrimciler Che, Lenin, Mao, ve elbette ki polis, asker, ya da egemenlerce kullanılan ismi malum örgütlerce öldürülen devrimci şehitler. Bu eylemler çok geçmeden halk tarafında da ciddi taban buldu.
İşte Samsun'dan Ankara'ya yapılan yürüyüşün de gayesi buydu. İşgalci İngiliz'i, Fransız'ı, Yunan'ı ülkeden defedebilmiş bir ulusun, işgalci Amerika'yı da defedebileceğini anımsatmak, bunu başaran Mustafa Kemal ve arkadaşlarını da bu çağrının ışığı yapmaktı.
Yürüyüş sırasında Türkiye’de yer yerinden oynadı tabiki. Sağcı basın günlerce yürüyüşün ve yürüyüşçü gençlerin aleyhine propaganda yaptı. Demirel'in o meşhur "Yollar yürümekle aşınmaz" sözü bu yürüyüş için söylenmiştir.
Anıtkabir'e daha sonra ulaşan Deniz, Ata'nın şeref defteri'ne "Amerikan emperyalizmine karşı İkinci Kurtuluş Savaşımızda gerçekten izindeyiz. Milli Kurtuluş Savaşımız yok edilemez. Onu yok etmek için bütün Türk milletini yok etmek gerekir." şeklinde yazmış, arkadaşlarına "öğrenci olarak devrimci mücadeleye katılmak, Mustafa Kemal’in bize yüklediği bir görevdir. Dünyanın bütün gericileri bir araya gelseler, bu hakkımızı ve görevimizi elimizden alamayacaklardır" demiştir.

Resim yürüyüşten. Önde Türkiye bayrağını tutan genç Deniz Gezmiş. Zaten, o bayrağı taşımak anca Deniz’e giderdi. O dalgalar gibi boyuyla Deniz’e.
Yürüyüş daha ilk adımda polis engeliyle karşılaştı. Yürüyüşte yer alan bazı öğrenciler göz altına alındı, savcı karşısına çıkartıldı, yargılandı. Tek suçları ellerinde tuttukları Türkiye bayrağı ve "Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü" pankartıydı. Bu bile aslına bakılacak olursa o dönemin gençliğinin nasıl bir zulme uğradıklarının çok çarpıcı bir ipucu olarak değerlendirilebilir. Düşünsenize, "sözde" Kemalist bir ideolojiyle yönetilen bir ülkenin polisi, savcısı, devrimci gençlerin bu çağrısına, başkaldırısına bile böylesine bir tepki verebilmişken, ilerleyen yıllarda daha da şekillenecek idealleri ve ideolojileri olan sosyal demokrasi için, sosyalizm için, tüm bunların üstünde bağımsızlık, hak, özgürlük, adalet, eşitlik gibi kavramları dile getirdikleri için yaptıkları demokratik eylemler sonucu gördükleri muameleleri, tecritleri, işkenceleri, hapis ve sürgünleri, hatta idamları kafalarda canlandırmak, sebeplendimek pek de zor değil. Uzun uzadıya değerlendirildiğinde, 12 Eylül'e giden sürecin analizinde başlangıç argümanı olarak da bu keyfi, haksız, anti-demokratik devlet uygulamalarının geldiğini söyleyebiliriz.
Devrimci öğrencilerin bu yürüyüş sebebiyle yargılandığı duruşmada gençlerle mahkeme başkanı arasındaki diyalog oldukça ilginç. "Burada yargılanan biz değil, Gazi Mustafa Kemal'dir" diyen bir öğrenciye mahkeme başkanı, "Burada bütün hakimlik sıfatımı ve titrimi bir kenara bırakarak belirtmek isterim ki, Türkiye'de hiç bir mahkemenin Atatürk'ü yargılamaya gücü ve yetkisi yoktur." demiştir. Mahkeme başkanı, yargı, devlet, polis, asker, her türlü uygulamalarında aslında birbiriyle çelişmekteydi o dönem.
Şimdi bu yazıyı yazmaktaki amaç, Denizler'in salt Atatürkçü olduğu sonucuna varmak ya da onları Kemalizm kalıbına sokmaya çalışmak falan değildir. Zaten böyle bir şey de yoktur. Ancak Denizler'in Atatürk'le bir alakası yok demek de en az bunun kadar yanlıştır. Deniz Gezmiş sosyalist düşüncede biriydi. İdam edilirken de son sözlerinden biri Marksizm ve Leninizm'nin yüce ideolojilerini övmek olmuştur. Bu ideolojik boyut olayını daha da açmak, anlaşılır kılmak ve Türkiye'ye uyarlamak gerekirse, 68 kuşağı Marksizm ve Leninizm'in proloter, halkçı, ezilenlerin haklarını koruma ruhunu ve sınıfsal ideolojisini ilke edinmiş, üstüne Atatürk'ün anti-emperyalist duruşunu şiar edinmiş birer Türkiye sosyalisti kuşağıydı diyebiliriz. Yani karma bir ideoloji mevzu bahis olan. Her ilerici devrimden feyz almışlar, ancak bazı art niyetli kişilerice suçlandıkları gibi hiç bir ülkeyi Türkiye'yi dönüştürme bazında rol model seçmemişlerdi. O dönem dünyada oluşan ABD-SSCB kamplaşmasında SSCB tarafı tutması beklenirken Deniz'in söylediği "Ben Amerikan emperyalizmine, Sovyet revizyonizmine, Romen soytarılığına, Bulgar dalkavukluğuna karşı bir Türk devrimcisiyim." sözü de bunu özetler nitelikte. Onlar da farkındalardı ki her ülkenin yarattığı sınıf da, ideoloji de coğrafyasına adapte olmuş birer uyarlamadır, karmadır. Sosyalizm Çin'de farklı cereyan etmiştir, Rusya'da farklı, Küba'da Latin Amerika'da farklı. Hitler'in, Mussolini'nin, Franco'nun totaliter düzeni işleyişleri farklıdır. İngiltere, Amerika, Fransa, İspanya, Portekiz gibi ülkeler sömürgeciliği, emperyalizmi farklı, evrilmiş şekilde kullanmıştır.
Burda önemli olan, bir kuşağın hangi amaçla yola çıktığının altını çizmektir. Her fırsatta Atatürk'ün arkasına sığınıp, Atatürk ismini kullanıp ülkenin içini boşaltan, hak yiyen, adalet dağıtamayan Kemalist zihniyet, Atatürk'ün bize verdiği ödevlerin hiç birini yerine getirmediği gibi, aksine onun devrimlerinin yolundan sapmış, emperyalistlerin silahla işgal edemedikleri toprakları ekonomik işgallerine uygun pozisyona sokmuş, buyur etmişlerdir.
Bu ilerici gençler bugünleri daha o günlerden görüp halkı uyarmaktayken, Atatürk ismine sığınan işbirlikçi egemenler, bu ilerici gençleri en büyük tehdit olarak görmüşler, bu uğurda polisiyle, askeriyle, topuyla tüfeğiyle bu gençlerin tepesine binmiş, sokaklarda "kontr" olarak kullanmak üzere sözde milliyetçi özde katil militan gruplar yaratmış, bunları silahlandırmış, kullanmış, ve işleri bittikten sonra kimisini bir kenara atmış, kimisini de derin devlet içine alarak ödüllendirmiştir. Elbetteki sol görüşte de yıllar geçtikçe, baskılar arttıkça, Deniz, Mahir, Sinan gibi kafa adamlar katiller tarafından katledilip hareket başsız kaldıkça kitleden uzaklaşma, amaçtan sapmalar oluştu. Faşizm silahlandıkça, terör örgütü halini aldıkça, sol da asıl ruhu olan hümanizmden, halktan kopma durumunda kaldı ve kimisi terör örgütü olarak sayılabilecek kadar uçuk noktalara ulaşan örgütler oluştu. Egemen güçlerin de istediği buydu, yani "şartların olgunlaşmasıydı", Sonunda 12 eylül'ün kanlı yüzüyle kurulan, Amerika'nın istediği neo-liberalizm sosunun serpilmesi oluşan yeni Türkiye vücut buldu, günümüze kadar da ulaştı.

Konumuza dönecek olursak,
Deniz ve Hüseyin'le birlikte 6 mayıs 1972'de ölümsüzleşen Yusuf Arslan'ın kaleme aldığı söylenen yürüyüşe davet metni şu şekilde:
Büyük Türk milleti!
Atatürk için toplanalım!
Mustafa Kemal'in milli kurtuluş idealini yaşatmak için,
Mustafa Kemal devrimine saldıran karanlık güçlere dur demek için,
Milletçe yabancı uşaklığına düşmekten kurtulmak için,
Tam bağımsız geçekten demokratik türkiye için,
Gazi Mustafa Kemal'in milli kurtuluşçu saflarında toplanalım.!
Yaşasın Türkiye! Yaşasın yarının bağımsız Türkiye'si için mücadele!
Bu metni bugün aynen, noktasına virgülüne dokunmadan kopyalayıp yeni bir Samsun-Ankara yürüyüşü düzenlenmesi mümkün müdür ? Mümkündür. Şart mıdır ? Her geçen gün biraz daha şart olmaktadır ! Demekki bundan 40 sene önce bugünleri gören gençler doğru şeyleri görmüşler, ama ne yazıkki milletçe dönüp dolaşıp 40 senedir aynı yerde kalmış, ilerleyememişiz.
Bugünkü yönetim ve gidişat beni her ne kadar umutsuzluğa itse de, ilerici öğrenci hareketlerinin yeniden canlanması bir o kadar da umutlandırıyor, "biz bitmedik" dedirtiyor. Polisin aşırı güç kullanması öğrencilerden hala ne kadar korktuklarının bir göstergesi. Tek temennim, 80 sonrası bilinçli bir şekilde apolitize edilmiş, okumayan ama seyreden milletimin popüler kültür ürünü de olsa bu dizilerden bir şekilde etkilenip, bu gerçekleri merak edip bu metin ya da benzeri gerçekleri araştırmaları, araştırdıkça geçmişte yaşananların analizini doğru yapmaları, kimin vatansever kimin vatan hini olduğunu görebilmeleri. Unutulmamalıdır ki, geçmişini bilmeyen bir neslin geleceği de parlak olmaz. Artık şu karanlık geleceği parlatmanın zamanı geldi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder