Bildiğiniz gibi geçtiğimiz hafta CHP'de bir kurultay yapıldı ve Kılıçdaroğlu yeni kadrosuyla yeni CHP için tekrardan kolları sıvadı. Çoğu çevrelerce Kılıçdaroğlu'nun CHP'yi yeniden bir oluşuma götürdüğü ve partinin son 15 yıllık vizyonundan çok daha farklı bir noktaya sokmak istediği yazıldı çizildi.
Teşekkürler AKP !
Öncelikle bu değişim meşalesini yakan AKP'ye burda teşekkürlerimi sunuyorum. Gün gelip AKP'ye teşekkür edeceğimi düşünmezdim ama, yıllardır statükonun, elitlerin, sahil kesiminin, amiyane tabirle "beyaz Türkler'in" partisi olan, laiklik dışında bir politika üretemeyen, sosyal demokrasiden tamamen uzaklaşıp bir sağ partisi halini alan CHP'nin dinamiklerini tekrardan hareketlendiren, yeni bir yol aratan, AKP'nin 2003 yılından beri seçimlerde deyim yerindeyse tulum çıkartmasıdır. AKP'nin totaliter, baskıcı, hatta faşist tutumlarını lanetleyen biri olarak siyasi hamle bazında değerlendirme yapıldığında yaptıkları doğru şeyleri de söylemek zorundayım.
Türkiye'yi mükemmel analiz etmiş ve planlı programlı bir şekilde, sistemin her tür defosunu kendi lehine kullanabilmiş, ve bu stratejilerle her seçimde daha da güçlenmiş bir partiden bahsediyoruz. Kadrolaşmasıyla, ajitasyonuyla, fakir halka kömür makarna dağıtmasıyla, geçmişinden gelen dini kökleriyle kitlelerin aklını çelmesiyle, içini dolduramasa da açılım adı altında farklı etnik kitlelere göz kırpan politikalarıyla AKP komple bir Türkiye partisi modeli çizerek, ülke politikasındaki boşlukları en iyi şekilde değerlendirip diğer partilere değişmekten başka bir şans bırakmamıştır. Özelleştirmelerle satılan devlet malları ve inanılmaz artan vergiler yardımıyla ülkede sözde bir sıcak para girişi sağlanmış gösterilip halının altına bakmayan halkın gözü boyanmış, aslında orta ve uzun vadede ülke geleceği satılmıştır. 1980 faşizminin gençliğe hediyesi olan apolitizasyon dayatmasıyla büyüyen bir genç olarak ben bugün, hangi ideolojiden olurlarsa olsunlar, kendi yaşıtlarımı gözlemlediğimde politika konuşurken görüyorsam bunun bu döneme denk gelmesi tesadüf değildir. Çarpık düzeni hastalık olarak addedecek olursak, AKP hastalığa deva olamamıştır, olamayacaktır da, ama bir nevi hastalığın adını koymuştur, gözler önüne sermiştir. Laf lafı açmasın ama, tıpkı CHP gibi, MHP de bir değişime gitmek zorundadır, ki Bahçeli bunun sinyallerini yer yer veriyor, aksi halde onlar da baraj altında kaybolup gidecekler.
14 Mayıs 1972'den 18 Aralık 2010'a iki kurultay ve CHP

Bu noktada CHP'nin dönüşüm çabası 1972'nin CHP'siyle büyük benzerlikler göstermekte. Bir çok insan da bu benzerliği zaman zaman dile getiriyor. Yanlış da sayılmaz bu tespit. Çok partili döneme geçtikten itibaren iktidar yüzü göremeyen, yönetimsel olarak hantal bir yapıya bürünmüş, gittikçe halktan kopan CHP'de, anti demokratik 12 Mart muhtırasının İnönü marifetiyle desteklemesi, zaten asker tandanslı duruşu ayyuka çıkmış partinin içinde bardağı taşıran son damla olmuştu. 1972 yılının başlarında, partinin yaklaşık 50 yıldır başında olan Milli Şef İsmet İnönü'ye karşı duran, o dönemin genç genel sekreteri rahmetli Bülent Ecevit, kısa sürede duruşu, dürüstlüğü, ortaya koyduğu programlarıyla parti içinde taban buldu ve neticesinde yıkılmaz bir tabu haline gelmiş İnönü başkanlığını yıkarak genel başkan seçildi. Yeni parti vizyonunu kendisine uygun görmeyen İnönü de kısa bir süre sonra partiden istifa etti.
Sonra ne mi oldu ? CHP halka yeniden kucaklaştı, Ecevit Karaoğlan oldu, Kıbrıs Fatihi oldu, 1969'da oyu %27 olan CHP 1973'te %33, 1977'de %41 oy oranına ulaştı. Ne yazık ki, o dönemin seçim kanunları onun tek başına iktidar olmasına yetmedi, azınlık hükümeti kurmak durumunda kaldı ve parlamento çoğunluğu tehtidi başında sürekli Democles'in kılıcı oldu. Üstelik Ecevit'e, cumhuriyet tarihinde ABD'ye kafa tutan tek başbakan olmanın bedeli de ödetildi ağır bir biçimde. Haşhaş olayı ve Kıbrıs sorunu üzerine gelen ABD orijinli ambargolar ülkeyi yokluğa ve sıkıntılara itti. Halk da maalesef bu yokluğun analizini yapamadı, sebeplerini sorgulamadı, vaadedilen gözyaşı sonrası gelecek bağımsız bir Türkiye ideasını bir kenara itip Sam Amca'nın kucağında oturan elinde ekmeği olan bir Türkiye'yi tercih etti. Zaten sağ-sol denklemi içinde gidip gelen halk, Amerikancı Demirel'in "CHP demek tüp kuyrukları demek" popülizmine yenik düştü. Şükür ki (!) çok geçmeden 12 Eylül faşizmi ortada tüp de bırakmadı kuyruk da. Neyse. Neticede Ecevit demek bu ülke insanı için her zaman umut demekti, bağımsızlık demekti, halkçılık demekti, fakirin ekmeği, köylünün hasatı, işçinin bareti demekti. Her zaman da öyle kaldı.

Kılıçdaroğlu yeni bir Ecevit mi yoksa ?
Şimdi tıpkı Ecevit gibi bir figür dahil oldu siyaset alanına, Kılıçdaroğlu. Tarzı, duruşu, söylemleri, hatta tipi bile benzetiliyor Ecevit'e. Umuda yolculuğun yeni kaptanı Gandhi Kemal olarak gösteriliyor. Ancak durum aslında pek de öyle sayılmaz.
Bir kere Ecevit'in oyuna katılmasıyla Kılıçdaroğlu'nun katılması arasındaki fark çok belirleyici. Ecevit bir isyandı, askeri vesayete, sağın sömürüsüne, solun ezilmesine karşı bir haykırıştı, bol yıldızlı apoletleri, beyaz yakalı gömlekleri yırtarak çıktı mavi yakasıyla siyaset alanına. Kılıçdaroğlu ise hatırlamak istemediğimiz bir olay sonucu başa geldi, bundan bir sene öncesine kadar belki de hayal dahi etmediği bir mertebede şu an. Dolayısıyla hazırlıksız, tecrübesiz. Tabiki burda geliş şeklinden ötürü onu suçlayamayız ama gerçekleri de söylemek gerekir. Üstelik geliş biçimi kadar zamanlaması da onun şansızlığı. Statüko duvarlarını örmüş CHP'yi tanıyamadan, dönüştürmeye yeltenemeden, politika üretemeden kendini anayasa referandumu girdabının içinde buldu. Yıllar içinde kurt olmuş Erdoğan'dan da ringde henüz gardını alamadan bir çok kroşe aparkat yedi. Ama dürüst çizgisi, saflığı, halktan olması hep bir kredi verdi ona.
Sonra Ecevit'in tavrı net, politikası açık, sivri, her çevrece mesajı alınabilirdi. Haşhaş ekimini Amerikancı Demirel, Amerikan emriyle kaldırdı, ben serbest bırakıyorum dedi bıraktı. Kıbrıs'a askeri indiriyorum barışı getiriyorum dedi indirdi. Düşünce suç değildir, siyasi görüşü sebebiyle haksız yere hüküm giydirilen, içeri alınan devrimcileri çıkartıyorum dedi çıkardı. Her dediğinin de arkasında durdu. Kılıçdaroğlu'nda ise henüz bu net tavrı göremiyoruz. Evet halkçı, devrimci, sosyal demokrat bir eğilimi var bu kesin, ama, bir an önce çizgisini ortaya koymalı. Bu işler her etnik kökene saygımız var deyip kurultayda bu ülkenin kanayan yarası Kürt kelimesini ağza almamakla olmaz.
Ecevit'in bir diğer farkı o dönemin siyasal konjöktürüydü. 1970'ler, Türkiye'de solun altın çağıydı. Sendikalar, işçiler, üniversiteler başta olmak üzere, her kesimde sol görüşe inanılmaz bir talep, bir destek vardı. Güney Amerika'nın Küba'sından başlayıp Fransa'nın Nice kentine, ordan tüm dünyaya yayılan özgürlük akımı, Türkiye'de 68 rüzgarı olarak ciddi bir vücut bulmuş, cuntacı generallerin "halkın sosyal bilincindeki ilerleme ekonomik ilerlemenin önüne geçti" dedirtecek noktaya gelmişti. Neticede bu aydınlanma bazılarını rahatsız etmiş, 12 Mart'la başlayan başta askeri vesayetin ve sağ iktidarların, Amerika desteğiyle bu kitlesel gücü bitirme emelleri vuku bulmuş, bilindik hikayelerle sol-kırım gerçekleşmişti. Neticede 1980 darbesine kadar kafasına vuruldukça daha güçlü ve isyankar biçimde yerden kalkan sol Ecevit'in en büyük gücüydü. Bugün Kılıçdaroğlu'nun arkasında böyle bir güç yok. Üstelik, seçmen kitlesinin büyük bir kısmı değiştirmeye çalıştığı hantal siyasi duruşun bayraktarları. Ulusalcılar, statükocular, özgürlük karşıtları, asker postalı yalayıcıları malesef ciddi bir taban şu anda CHP'de. Bu bariyer de Kılıçdaroğlu için aşılması güç bir engel olarak görünüyor.
Kılıçdaroğlu neler yapmalı ?
Yapılması gereken açık, öncelikle çok iyi teşkilatlanacak Kılıçdaroğlu. Bilhassa gençlik kollarını ve il-ilçe teşkilatlarını çok dikkatli seçecek, yeniden yapılandıracak, aydın, ilerici, devrimci, bu ülkeye katma değer katabilecek kişilerden seçecek. Sonra halka programını verecek. Halkın her kesimine hitap eden politikalar üretecek. Neye oy attığını unutan halk evet mührünü kime neden bastığını bilecek. Sol bir parti yaratmak istiyorsa buna uygun stratejiler geliştirecek. Manifestosu olacak manifestosu.
---Patronlarla toplantılar düzenlerken diğer yandan işçiye, emekliye, öğretmene ekonomik politikasını açıklayacak, onların güvenini alacak.
---AKP ile birlikte yabancı sermayeye satılan ülke demirbaşlarının kısa ve orta vadeli politikalarla geri alınıp tekrardan kamulaştırılacağını anlatacak.
---Açlığı fakirliği bitireceğini anlatacak.
---Mahalle baskısının değil özgür düşüncenin söz sahibi olacağı olacağı, totaliterliğin ya da korku imparatorluğunun değil demokrasinin egemen olduğu, fikirlerin koştuğu bir sistem inşa edileceğini ilan edecek.
---Karma ekonomiyi işletirken eğitim ve sağlık gibi insan temel hak ve özgürlüklerinin en fakir bireyin bile faydalanabileceği bir şekle sokulacağını söyleyecek.
---Laik devlete vurgu yapmayı ihmal etmezken, insanların giyim kuşamına saygı duyulacağını, türbanlı kızların üniversitede uğradıkları zülmün sona ereceğini, bu ülke vatandaşı olan dindarın da, Marksist'in de, türbanlının da, ülkücünün de, Kürt'ün de Alevi'nin de dışlanmayacağı, herkesin kendi olarak kabul edildiği bir yapı oluşturmaya söz verdiğini ilan edecek.
---Askeri vesayete, postal yalayıcılığına, darbe fetişizmine sonuna kadar karşı olduklarını ve olacaklarını haykıracak, generkurmayın başbakanlığa bağlı bir devlet memurluğu olduğunu herkese hatırlatacak.
---Terörü lanetlerken, ülke içinde terörden ötürü beslenen kesimlerin artık söz sahibi olamayacağını, ülkenin kaderini manipüle edemeyeceklerinin söyleyecek.
---Ulusal bütünlüğe, ülkeyi oluşturan etnik çoğunluk olan Türkler'in dili olan Türkçe'nin ülkenin tek resmi dili olduğuna ve olacağına vurgu yaparken ülke nüfusunun yedide birini oluşturan Kürt halkının Türkçe'yle birlikte anadilini olan Kürtçe'yi de özgürce öğrenebileceklerini, okullarda serbestçe eğitimini alabilmelerini sağlayacaklarını, devletin bu konu başta olmak üzere bir çok haklar konusunda iyileştirmeye gideceğini, ve bu hakların Kürt kimliğiyle birlikte yeni yapılacak anayasada güvence altına alınacağını anlatacak.
---Ülkenin ayağına senelerdir pranga yapılmış dış politika meselelerin, Ermeni meselesi olsun Kıbrıs meselesi olsun, dirayetli bir iktidarla çözülemeyecek meseleler olmadığını söyleyecek.
---Bu ülke gençlerinin askerlik, üniversite sınavı gibi bariyerlerden kurtulması için gerekli her şeyi yapacaklarını açıklayacak.
Bu yukarda yazılan ülke realitelerini, sorun ve çözümlerini bir bir anlatırken, bunların hangisini AKP'nin çözdüğünü soracak ve koca bir HAYIR cevabı alacak.
Aksi halde Türkiye demokrasisi AKP'nin bize kendi menfaatleriyle örtüşüp sunduğu kadarıyla, sosyal demokrat bir parti olmadan kör topal devam eder, ve ülke gün geçtikçe daha da kötü bir yola girer.